19. YÜZYILDA
OSMANLI DEVLETİNDEKİ
DÜŞÜNCE AKIMLARI VE BATI TESİRLERİ
OSMANLI DEVLETİNDEKİ
DÜŞÜNCE AKIMLARI VE BATI TESİRLERİ
18.yy'da başlayan reform hareketleri, Lale Devri ile
birlikte Batı tesirlerinin iyiden iyiye hissedildigi bir dönemdir. Özellikle
yeni getirilen düzenlemelerde Batı özellikleri göz önünde bulundurulmuş ve bu
yönde de büyük çabalar gösterilmiştir.
19.yy'da yeni düzen hareketlerine yenileri eklenerek
devam edilmiştir. Tarihsel süreçte Batı'nın etkisi ise halen devam ediyordu. Bu
değişim sürecinde Osmanlı tamamen yok olmak istemiyor; bu nedenle de
Batılılaşmayı seçiyordu. Ancak güçlü ordusuyla savaş amacıyla Batı'ya
yönelmiyordu. Bu yönelişte zor durumdan, dağılmaktan, çökmekten kurtulmak,
Batı'nın kan dolaşımı içerisinde yer almak amacı vardı.
Bundan dolayı 19.yy'da Osmanlı Devleti'nde içte ve
dışta çeşitli düşünce akımları egemen olmuştur. Düşünce akımlarının etkilerini,
olumlu – olumsuz yanlarını, bu akımları benimseyen temsilcilerin temel dayanak
noktalarını ele alabilmek beraberinde siyasal ve sosyal mekanizmaya bakmayı da
gerektirmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu tarihsel süreç içerisinde
19.yy'da Batı etkisinde kalmıştır. Bu süreçte Batı'nın fikirlerini, bilimini,
bilimselliğini benimseyen, çağa ayak uydurmak gerektiğini ifade eden kişiler ve
bu kişilerin oluşturdukları gruplar ortaya çıkmıştır.
Bu gruplar Batı düşüncelerinden teorik düzeyde
etkilenme yoluna gitmiş; ancak bu düşüncelerin aktarımında farklılıklar
yaşanmıştır.
Batı düşüncesinin Osmanlı İmparatorluğu'na girişini
Şerif Mardin başlangıç olarak Batı'da Aydın despotizmi adı verilen siyasal
görüşün kuramını oluşturan “Kameralizm” düşüncesinde görmekteydi.
Bu düşünceyle Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk
karşılaşması 1795'te Batı'yı ziyaret eden diplomatlar vasıtasıyla olmuştur.
Kameralizmle Osmanlı devlet düzeni arasında şöyle bir
ilişki kurulmuştur. Kameralizm düşüncesinde güçlü bir devlet, güçlü ve
problemsiz bir orta sınıf söz konusuydu. Batı'ya gidip bu fikre tanık olan
diplomatlar Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesinin sebebini açıklamışlardır:
“Osmanlı devleti toplumun dizginlerini elinde tutamamıştır”. Çünkü Kameralizm'e
göre devletin hem “koruyucu” hem “kolaylaştırıcı” hem de “güçlendirici”
özelliklerini içinde barındırması gerekir. Bunu yapamayan Osmanlı
İmparatorluğu'nun toplumla olan bağı kopmuştur.
İşte bu noktada, yani Osmanlı devletinin sorunlu
toplumunda yeniden denetimi sağlaması (içerik değiştirerek), problemleri
çözmesi “Tanzimat” kavramını ortaya çıkarmıştı. Tanzimat'ı ise diğer reform
hareketleri takip etmiştir.
Batı düşüncesinden etkilenen Osmanlı
İmparatorluğundaki pratik yaşam alanında ise “Yeni Osmanlı” hareketi
başlamıştır. Yeni Osmanlı hareketinde yer alan Şinasi Batı düşüncesinin
gelişmesinde ve yayılmasında gayri şahsi ilişkilerin gelişmiş olmasını
görüyordu. Yani Batı'da fikirlerin ortaya atılması, yazılması, aydınlar
arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. Bu ilişkilerin güçlü olmasının sonucu
Batı'da kitle iletişimde bir hareketlenme yaşanmıştı. Böylece geleneksel
özelliklerden sıyrılma kendini hissettirmiştir. Artık farklı kültürler
gelişmeye başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Şinasi bunu görerek bu yolda
– yani kitle iletişim yolunda – Tasvir-i Efkar gazetesini çıkarmıştır (Mardin,
85).
Batı ve Osmanlı'yı bu anlamda ele aldığımızda,
19.yy'da Batı'da gelişen, değişen siyasal, sosyal, kültürel olaylar Osmanlıyı
da etkilemiştir. Bu etkilenme sürecinde Batı'yı benimseyen gruplar ya da
temsilciler Osmanlı'da değişim sürecinin içerisinde yer almışlardır.
1865'de, İslam felsefesini temel alan, ıslahatı
eleştiren, Tanzimat'ı taklitçilikle suçlayan Yeni Osmanlılar Hareketi ortaya
çıkmıştır (Mardin, 87).
Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi beylerin bulunduğu
aydın grup Osmanlı'da parlementer sistemin gelmesini istiyor ve bunu Tanzimat'ın
doğal sonucu olarak görüyordu (Kutay, 1992:148).
Bu hareket Batı'yı arama hareketiydi. Her ne kadar
hepsi o zaman yetişme sistemi içinde kafaları sarıklı; ama bu sarığın altında
dünyanın gidişini kavrabilmiş görüş imkânına sahip, inkılapçı, ilerici, hakiki
kurtuluşun kültüre, Batı medeniyetini idrake ve devrini tamamlamış kurumlardan
kurtulmaya dayandığını bilen insanlardı (Kutay, 1992:149).
Yeni Osmanlılar hareketinde Batıcılığı itici görmeyen
Şinasi, parlementer yönetimden yana olan Namık Kemal, parlementer yönetimi
kabul etmeyen Ali Suavi üç ayrı fikir oluşturdular.
Bu üç ayrı fikir “terakki” kavramında birleşmiştir.
Özellikle Ali Suavi parlementer demokrasi yerine “doğrudan demokrasiyi”
benimseyerek modernleşme sürecinde yerini almıştır (Mardin, 90).
1839'dan beri yaşanan değişme çabaları sürecinde Yeni
Osmanlılar dönemi sonrası II. Abdülhamit döneminde İslamcılık hareketi
şekillenmeye başlamıştır. İslamcılıkla anlatılmak istenen “şeriatın”
gereklerini Osmanlı imparatorluğuna tekrar kazandırmaktı.
II. Abdülhamit dönemi çerçevesinde bakıldığında
“İslamcılık” düşüncesi hareket kazanmıştır. Ayrıca parlemento dağıtılmış (13
Şubat 1878) ve Panislamizm politikası geliştirilmiştir (Mardin, 91-92).
Panizlamizm ile anlatılmak istenen ise tüm Müslümanları
“İslam” çatısı altında toplamaktır.
Yine II. Abdülhamit döneminde Milliyetçilik akımı ön
plana çıkıyordu. 19.yy'da Batı Avrupa'da “her millet kendi devletine sahip
çıkmalıdır” ilkesiyle kendini gösteriyordu. Bu tarihsel durumu Osmanlıyla
karşılaştırdığımızda farklı kimlikleri içerisinde barındıran bir imparatorluk
söz konusuydu. Bu esnada Namık Kemal Milliyetçilik akımı yerine “Osmanlılık”
akımını ortaya koymuştur. Ancak bu akım da günün koşulları gereği suni kalmış
ve etkili olmamıştır.
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'da çeşitli akımlarla
toplumda birlik kurma çabaları etkili olamamıştır. Birlik kurma ya da kimlik
oluşturma çabalarında gazeteler etkili olmuştur. Özellikle Türklerin birleşmesi
fikri çeşitli sloganlarla dile getiriliyordu. Bu konuda Gaspıralı İsmail Bey ön
plana çıkıyordu.
1890 sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birlikte
Osmanlı devletini kurtarma düşüncesi hâkim olmuştur. Ancak İttihat ve Terakki
fikrine eleştirilerde bulunulmuştur. Eleştiri noktaları ise kişilerin
yeteneklerini göstermesi, başka bir ifade ile “hürriyet” kavramı gündeme
getirilerek önem kazandırılması etrafında şekillenmiştir (Mardin, 100).
Sonuçta Osmanlı Devletinde modernleşme çabaları
Batı'nın etkisiyle veya politikasıyla çeşitli akımlar çerçevesinde yaşanmıştır.
Bu akımlar etrafında Batı modeli ya da Osmanlı'nın yaşadığı değişim ya kabul
edilmiş ya kabul edilmemiş ya da oportünist davranışlar söz konusu olmuştur. Bu
durum ise ortaya çıkan akımlarla birlikte oluşan gruplar ve temsilcileri düşün
alanından kültürel boyutlu değişimlere zemin hazırlamıştır.
Batı'nın Osmanlı üzerindeki politikası ise 18.yy'la
birlikte değişmiştir. Artık Osmanlı Devleti eski gücünü yitirmeye başlamış,
doğudan gelen bir tehlike olmaktan çıkarak yerini Rusya'ya bırakmıştır.
Ancak bu yeni durumda Batı doğudan gelebilecek
tehlikeye (Rusya'ya) karşı Osmanlı'yı tampon devlet olarak görerek Osmanlı'ya
yeni bir rol verilmiştir.
Batı'nın bir diğer politikası, Osmanlı bütünlüğünü
korumak aynı zamanda asıl amaç olan Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyanların
durumunu düzeltmektir. Bu anlamda 19.yy'da Osmanlı'da bir çok misyoner
propaganda yapıyordu. (Timur, 1996:91-92).
Sonuçta 19.yy'ın siyasal, tarihsel, toplumsal
koşullarına dayalı olarak Osmanlı Batı'dan etkilenmiş, bununla birlikte Batı da
Osmanlıyı modernleşme sürecinde kendi çıkarlarını da göz önünde bulundurarak
yönlendirmiştir.
SONUÇ: DEĞERLENDİRME
Modernleşme toplumsal değişme sürecinde karşımıza bir
model olarak çıkmaktadır. Bu model bir değişim sürecini ifade eder. Bu süreçte
ikili yapılanma arasında modern olma sınırı çizilmektedir.
Şöyle ki; tarımsal üretimden endüstriyel üretime,
kapalı köy ekonomisinden dışa dönük kent Pazar ekonomisine, insan hayvan
enerjisinden (kas gücünden) makine gücüne geçişi ifade edebilir (Yıldırım,
1995:8). Bu ikili yapılanmayı siyasal, sosyal ve ekonomik temelde
çeşitlendirebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu da böyle bir ikili yapılanma
içerisinde iptidai yapıdan modern, Batı'lı tarzdaki yapılanmaya geçmek için
reform hareketlerine girişti.
Osmanlı reform hareketleri bağlamında 18.yy'dan
itibaren gözlerini Batı'ya çevirdi. Fakat bu sefer istilacı ve fetihci olarak
değil öğrenci olarak. Bu bir değişme idi. Bu değişmede Batı etkin oldu. Osmanlı
için ise ya yeni bir yaşayış yoluna gidilecek ya da büsbütün çökülecekti
(Çambel, H., 1987:67).
Osmanlı ise bu zor durumdan kurtulmak için çeşitli
reform hareketlerine girişti. Çünkü imparatorluğun içine düştüğü zor durumun
bir çok nedeni vardı. Bu nedenle reform ihtiyacı duyulan alan da çoktu (askerî,
ekonomik, toplumsal, entelektüel, hukuksal ve siyasal alanlar).
Reformların genel konsepti askerî alanda yeni teknik
ve metotlar etrafında güçlü bir ordu ve donanma oluşturmak; bunu destekleyen ya
da alt yapı olarak görülen eğitime ağırlık vermek; diğer yabancı (düşman)
ülkeler karşısında dağılma tehlikesinden ya da baskıdan kurtulmak için diğer
alanda yapılacak yeni düzenlemelerde kaynak teşkil edecek olan güçlü bir
ekonomiye sahip olmak ve yapılan ya da bundan sonra yapılacak olan yeni
düzenlemeleri de koordineli ve disiplinli bir şekilde yönetecek istikrarlı
idarî mekanizmayı oluşturmaktır. Böylece, ifade ettiğimiz ana çerçevede, yönü
Batı'ya çevirerek idarî, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve entelektüel
anlamda, Batı tarzı temelli yenilenme ya da çağdaşlaşma çalışmalarını sürdürmek
maksatı ortaya çıkmaktadır.
Osmanlı Devleti adamları ise 1856'dan sonraki 20 yıl
içerisinde bütün bu alanlarda reform denemelerine giriştiler. Reformları ilan
etmeleri bazen taktik olarak Avrupa devletlerinden gelecek müdahaleleri
savuşturmak amacıyla kullanılırken, bazen de aldatmayı hedefliyordu. Yalnız
reform hareketlerinin arkasındaki temel dürtü, Avrupa'nın gözünü boyamak
değildir. Tersine, sayılan çeşitli alanlarda bazı Batı'lı fikir ve kurumların
benimsenmesini ya da uyarlanmasını içeren iç reorganizasyon tedbirleriyle
imparatorluğu yeniden canlandırmaktı (Davison, 1997:17). Böylece 18.yy'la birlikte
ilk olarak askerlikle ilgili tekniklerin örnek alınması şeklinde başlayan
çağdaşlaşma hareketi diğer alanlarla ve kurumlarla devam etmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder