Işık Nedir?
Çok
eski çağlardan beri; bilim adamları, elektromanyetik tayf’ın dar bir
bölümündeki radyasyon formlarını, göz sayesinde algılayabildikleri için
buna ışık adını verdiler, ne olduğunu merak ettiler ve ilgi gösterdiler.
Önceleri; Antik çağda, Yunanlılar zamanında, gözün, bakılan cisme doğru
ışık ışınları yaydığı düşünülürdü, Epikür görüntünün gözden kaynaklanan
resimlerden oluştuğunu ileri sürmüş, Platon ışığın bakılan cisimlerden
göze geldiğini iddia etmişti. Daha garip düşünceler de mevcuttu; bunlar
arasında, gözden fırlayan parçacıklar ile görme sağlandığı düşüncesi de
mevcuttu. Bu düşünceler Antik çağdan 17. y.y. kadar uzanan
düşünceleridir.
1675
yılında ilk kez Danimarkalı astronom Römer ışığın hızı konusuna eğildi,
Jüpiter’in bir ydusunun gezegen arkasında kalma süresini hesaplamakta olan
Römer, bu sürenin gezegenin dünyaya uzaklığı arttığında fazlalaştığını
farketti ve bunun ışığın daha çok yol katetmesi ile ilgili olduğunu
düşünerek ışığın hızı konusuna dikkati çekti.
Newton
1704'de ışık deneyleri ile ilgili çalışmalarını yazdığı ‘Optics’ kitabını yayımladı.
Newton ışık ile ilgili olarak çalışırken, Hollanda'da Cristian Huygens
bir teori geliştiriyordu ve ilk bilimcilerin tersine ışığın parçalardan
değil dalgalardan meydana geldiğini öne sürüyordu. O da Decartes, Newton ve
daha başkaları gibi çok ince ve elastik nitelikte olan ve ışığın
yayılmasını sağlayan bir ortamdan bahsediyordu, bu madde tüm uzayı baştanbaşa
dolduruyordu ve bu ortam ışık dalgalarının yayılmasını sağlıyordu. Daha
sonraları eter veya esir denen ve varlığı ile ilgili pek çok çalışma
yapılan sonunda yokluğuna karar verilen daha doğrusu tespitinin mümkün
olamayacağı ispatlanan bir madde idi bu. Huygens'in çalışmaları her ne
kadar Snell'in kırılma yasalarını destekliyorsa da, ışık düz gidiyor ve
köşeleri dönmüyordu. Bu sıralarda ışık için kafa yoranlardan biri de Robert
Hooke idi. O da ışığın eğri dalgalardan olduğu gibi bir varsayım geliştirmişti.
Newton'un parçacık teorisi ile Huygens'in dalga teorisi arasındaki
kavgayı o yıllarda tüm ağırlığınca hissedilen Newton'un Otoritesi
kazandı. Öyle ki: Dönemin ünlü bir bilim adamı Newton için ‘Acaba onun da
bizim gibi yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçları var mı?’ diye sormaktan
kendini alamamıştır.
19.
yüzyılda Thomas Young ortaya çıktı ve dalga teorisine ağırlık kazandırdı,
o güne kadar dalga teorisi ile açıklanamayan kırınım ve keskin gölge olayına,
yeteri kadar kısa dalga uzunluklarında ışık hem düz gidebilir hem de
keskin gölge yapabilir diyerek açıklık getirdi, girişim yasalarını açıkladı ve
ışığın dalga uzunluğunu öçtü. Bu arada Fresnel adında bir Fransız bilim
adamı kırınım olayını başarı ile açıkladı ve dalga teorisi güçlendi.
Daha
sonraları Fizeau, Foucault, Michelson ışık hızı ile ilgili deneyler yaptılar.
Michelson 299.770 km/sn olarak ışık hızını belirledi. (Boşlukta ışık
yayılma hızı 299.793 km/sn'dir.) Boşluk ışık hızı, kırılma indisine
bölünerek o ortamdaki ışık hızı bulunur. Havanın kırılma indisi 1,0003'tür o
halde hava içinde ışık hızı 299.703 km/sn olarak bulunur. Elmasın kırılma
indisi 2. 42 dir o halde ışık hızı elmas içinde 124 .000 km/sn dir.
Clerk
Maxwell 19. yüzyıl ortalarında elektromanyetik dalga kuramını
geliştirdi ve elektromanyetik dalgaların ışık hızında hareket ettiğini gösterdi,
o halde ışık da bir elektromanyetik dalga formunda olabilirdi. Ayrıca daha
başka elektromanyetik radyasyon formlarının da varlığı araştırılmalı idi.
Işığın
dalga formu 20. yüzyıl başlarına kadar ön planda oldu. 1900 yılında Max
Plank‘ın kara cisim ışımasına ait kuramsal çalışması yayınlandı ve sonuçta
Plank enerjinin, enerji paketçikleri olarak yayıldığını ortaya koydu ve
bu paketçiklere ‘Quanta‘
adını verdi. Enerji quantumları E=
hxf olarak formülize edilmekteydi. Bu teori de ki ‘h’ ifadesi doğanın
değişmezlerinden biri olan Plank sabitini ifade etmektedir ve 6.62x10-34 joule/sn'dir.
Quantum teorisi ile dalga teorisi sarsılmadı ama, doğanın sürekliliği
yasası yara aldı. ‘Natura non
facit saltus‘ sallanmaya başlamıştı. 1905 yıllarına gelindiğinde
Einstein‘ın Fotoelektrik Etki Teorisi
Quantum teorisini doğruladı.
Daha sonraları ‘Tanrı zar atmaz'
diyerek quantum teorisini kabullenmekte zorlanan Einstein’ın, özel rölativite
kuramı ile; bizim evrenimiz için ışık hızının sınır olması ve ışık hızına
erişilememesi, evrenin sınırlarını ortaya koydu. Yine; çekim alanından geçen
ışığın sapması varsayımının deneylerle doğrulanması, ışığın parçacık
teorisini güçlendirdi. Planck ın E=hxf
olarak ortaya koyduğu formül, quantum denen enerji paketi ile ışığın frekası
arsındaki ilişkiyi ortaya koymakta idi. Işık artık enerji paketçikleri idi.
Einstein Foto - Elektrik Etki
olayını açıklarken ışığın foton adı verilen enerji parçacıkları olduğunu
gösterdi.
Bu sıralar Niels
Bohr adında bir Danimarkalı bilim adamı ortaya çıktı ve yeni bir atom
modeli ortaya koydu. Bu modelde elektronlar çekirdek etrafında belli
yörünge seviyelerinde olabilirdi ara seviye söz konusu değildi.
Elektronların bu seviyeler arasında sıçraması söz konusu idi. Daha
sonraları pek çok bilim adamının; dalga mekaniği, istatiksel mekanik
konularında yaptığı çalışmalarla quantum teorisi dev adımlarla ilerledi.
Bunlar arasında Heisenberg, Pauli, Landau, Born, Dirac gibi fizikçiler vardı.
1950 yıllarından
sonra, elementer parçacıklar konusunda yapılan çalışmalar ve atomun
yapısı ile ilgili yeni buluşlar 4 çeşit madde etkileşimleri olduğunu
ortaya koydu. Bunlar Kütlesel Çekim,
Elektromanyetik, Zayıf Etkileşim ve Güçlü Etkileşim olarak
tanımlandı (Bu konuyu bir başka yazımızda daha geniş olarak ele
alacağız). Elektromanyetik etkileşimle bağlantılı olan gluon'a foton adı verildi. Yani 1905 de Einstein'ın ortaya koyduğu ışık
parçacığı.
Bu konu ile ilgilenen Quantum
elektrodinamiği; elektromanyetik alanın yani ışığın gluon'unun foton
olduğunu söyler. Foton kütlesi 'parçacığın bir kütlesinin olduğunu söylemektedir keza ışık basıncı'nın olması da fotonun bir kütlesi ve momentumu olduğunu gösterir.
O halde ışık hızında, foton'un bir kütlesi vardır.
Her ne kadar rölativistik olarak düşünüldüğünde, hiçbir kütle ışık hızına ulaşamaz, rölativistik kütle artış formülünde, bir kütlenin ışık
hızına ulaşması durumunda kütlesi sonsuz olur. Sonsuz bir kütle sonsuz enerji demektir, bu da mümkün değildir. Peki o halde
fotonlar nasıl olup da ışık hızında gidebilmektedirler?
Rölativistik olarak bir kütlenin ışık hızına ulaştırılamaması fotonlar için geçerli değildir; çünkü foton öncelikle sükünet kütlesi '
bir quantadır. Sükünet kütlesinin '
formülünde v = c alındığında sükünet kütlesi '
fotonlara uygulamaz demesi ile unutulmaya çalışılmaktadır.
Pratikte biz ışık diye elektromanyetik tayfın görünen ışık kısmındaki, elekromanyetik dalgaları içeren dar bir bölümününden bahsederiz;
çünkü görsel olarak bu bölümün algılanması göz sayesinde kolayca başarılır. Bunun dışında olan elektromanyetik dalgalar çeşitli cihazlarla
görülür hale getirilerek veya etkileri belirlenerek algılanır.
"Işık nedir?" sorusunun cevabı etrafındaki kavga artık sona ermiş durumdadır. Işık hem dalga hem parçacıktır yani kimilerinin deyimi
ile ‘wavicle’ dır. Yani kimi zaman particle (parçacık) kimi zaman wave (dalga).
0 yorum:
Yorum Gönder