1915 YILI ÖNCESİ ANADOLUDA ERMENİLER
Son zamanlarda Ermenilerin, 1.
Dünya Savaşı döneminde verdiği kayıpları abartarak ve Diaspora'nın yoğun
propaganda girişimleriyle Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı iddialarını
dünya kamuoyuna onaylatma faaliyetleri daha önce hiç olmadığı kadar yoğunluk
kazanmıştır. Fakat Türkiye bu propagandaya ne yazık ki gereken cevabı
verememiştir. Türk halkının bir kısmı da meselenin iç yüzünü incelemeden
soykırımı tanıyalım gitsin demektedirlerdir ve tarihte işlemediğimiz bir
fiilden dolayı sorumlu tutulmamızı kabullenir bir tutum sergilemektedirler. Bu
tutumun yanlış bir tavır olacağını
belirterek çalışmamda Ermeni iddialarına
bilgilerimin imkan verdiği sınırlar dahilinde cevap vermeye çalışacağım.
Osmanlılar ile Ermeniler
arasında 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ciddi bir anlaşmazlık ya da
düşmanlık olmamıştır. Bu döneme kadar Ermeniler "Millet-i Sadıka"
olarak adlandırılmış ve devletin önemli mevkilerinde bulunmuşlardır.Ermeniler
arasından 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11
üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur çıkmış ayrıca Ermeniler
ticari ve sanatsal faaliyetlerini serbestlik içerisinde sürdürmüşlerdir.
Kuşkusuz bu iki milletin dostluğunun oluşmasında savaşlarda karşı karşıya
gelmemeleri ve Osmanlıların Ermenilere dini serbesti tanımalarının büyük önemi
olmuştur.Batıdaki Ermeniler Bursa'da dini merkez kurmuşlar, İstanbul'un
alınmasından sonra Fatih'in fermanı ile Ermeni patrikliği kurulmuş ve ve
patriğin imparatorluktaki tüm Ermenilerin hem ruhani hem de cismani lideri
olduğu hükme bağlanmıştır.
Peki bu dostluğu bozan ne olmuştu? Öncelikli sebep olarak Rus ve
İngilizlerin bölgedeki çıkarları ve nüfuz arayışları diyebiliriz.Ruslar Doğu
Anadoluyu doğal genişleme alanı olarak görmüşler ve burayı ilhak edebilmek için
Ermenilere bir ileri karakol misyonu yüklemek ve onlara kimi zaman özerklik
kimi zaman da bağımsızlık vaad ederek Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmalarını
sağlamak yoluna başvurmuşlardır. İngilizler ise Doğu Anadolu'daki Rus ilhakını
kendi sömürgeleri için tehlikeli gördüğünden Şark Sorunu dedikleri Ermeni
meselesini kendi üzerine almış Doğo Anadolu'yu Ruslara karşı bir tampon bölge
olarak kullanmak istemişlerdir.
1877-78, 93 Harbinden ağır bir kayıpla çıkan Osmanlı devleti Rusların
ağır koşullarını kabul etmiş Ayestefanos Anlaşması ile Ermeniler lehine ıslahat
yapmayı ve bunları Rusların denetlemesini kabul etmiştir. Fakat İngiltere'nin
baskısıyla bu anlaşma değiştirilerek Berlin Anlaşması imzalanmış ve bu anlaşma
ile Ermeni meselesi bir Avrupa meselesi haline getirilmiştir.İşte bu tarihten
sonra yabancı devletler Doğu Anadolu'daki en ücra köşelere bile
başkonsolosluklar açmışlar ayrıca Protestan ve Katolik misyonerler Anadolu'nun her tarafında açtıkları okullar vasıtasıyla
taraftar kazanmaya çalışmışlar; İngilizler ile Fransızların çıkarları
doğrultusunda Ermeni komitalarını silahlandırılmasında başrolü üstlenmişlerdir.
Islahat Fermanı'ndan sonra Osmanlı toplum yaşamı Batı tarzında
şekillenmeye başlamış bu doğrultuda gayri müslimlerle müslümanlar aynı statüye
getirilmişlerdir. Ayrıca Ermeniler 1863 yılında içişlerini görüşmek üzere 140
kişilik bir meclis kurmuş ve arazisiz bir özerkliğe sahip olmuşlardır. Bu
meclis nedeniyle İstanbul'daki Ermeni Patrikliği dünyevi işlerden soyutlanmaya
başlamış ayrıca protestanlık ve katolikliğin Ermeniler için sunduğu imkanlar
sebebiyle cazip hale gelmesinden dolayı taraftar kaybeden ve etkinliğinin yavaş
yavaş azalması tehlikesi ile karşı karşıya kalan Patriklik daha radikal davranmaya
başlamış Rus tesirindeki Eçmiyazin kilisesinin de üstünlüğünü kabul etmiş ve
Ermenilerin millet bilinci kazanması amacına hizmet etmiş, Ermeni komitalarının
oluşmasında ve silahlanmasında büyük etkisi olmuştur.
Anadoludaki
Ermeni silahlı hareketinin oluşmasında şüphesiz en önemli faktör Ermeni
komiteleriydi. 1880'den sonra Doğu Anadolu'da Rusların etkisiyle Van'da Karahaç
ve Armenekan, Erzurum'da Vatan Koruyucuları adlı komiteler kurulmuş fakat bu
yerel komiteler Ermenilerin rağbet etmemesi nedeniyle önemli bir etkinlik
kazanamamışlardır. İmparatorluk içindeki komitelerin etkili olamayacağının
anlaşılmasından sonra Osmanlı toprakları dışında Rus Ermenilerine komiteler
kurdurtulmuştur.Böylece 1887'de, Cenevre'de Hınçak; 1890'da, Tiflis'te
milliyetçi Taşnak komiteleri kurulmuş ve amaç olarak da Anadolu topraklarını ve
Osmanlı Ermenilerini kurtarmak gösterilmiştir.Taşnak komitesinin 1892'deki
genel kurulunda kararlaştırılan programın 8. maddesi hükümet yetkililerini ve
hainleri terörize etmek 11. metodu ise
hükümet kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktır.
Gerek Hınçak Gerekse de Taşnak komiteleri Anadoluda terör yaratarak
Türklerle Ermeniler arasında husumet çıkarmak ve bu sayede yaratacakları ortak
düşmana karşı taraftar kazanmak ve Ermenilerin birliğini sağlamak, daha önce
Bulgarların bağımsızlıklarını kazanmak için izledikleri metodu uyguluyarak
ayaklanmalar çıkartmak ve Avrupa kamuoyunun ilgisini çekmek amacındaydılar.
Ayrıca terör yolu ile Doğu Anadolu'daki Türkleri göçe zorlamak, göç etmeyenleri
ise katlederek bölgede azınlıkta olan Ermenileri çoğunluk durumuna getirmek
amacındaydılar.
Bu doğrultuda ilk isyan 1890'da Erzurum'da çıkmıştır. Daha sonra
Kumkapı İsyanı 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te
Sasun İsyanı, 1895'te Bab-ı Ali gösterisi ve Zeytun İsyanı 1896'da Van isyanı
ve Osmanlı Bankası işgali, 1905'te Abdülhamid'e suikast teşebbüsü ve 1909'da
Adana İsyanı gerçekleşmiştir.
Bu isyanlar günlerce sürmüş, müslüman halk katledilmiş ve malları
yağmalanmıştır. İsyanlar güçlükle bastırılmıştır. Fakat bu olaylar batı
kamuoyuna Ermenilerin Türklerce katledilmasi olarak aktarılmış, ülkedeki
misyonerler ve konsolosluklar tarafından bu haksız ve gerçekten uzak
propagandaya destek verilmiş ve olaylar batıya "vahşi müslümanların masum
hristiyanları katletmesi" olarak yansıtılmıştır.Osmanlı Devleti bu
isyanları gerçekleştirenlerin elebaşlarını yargılayamamış padişaha suikast
düzenleyenler bile Avrupa ülkelerinin desteği ile ellerini kollarını sallayarak
yurt dışına çıkmışlar ve daha sonra sahte kimliklerle, tekrar katliam yapmak
için ülkeye dönmüşlerdir.
Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'na girmesi Ermeniler tarafından
nihayi hedeflerine ulaşmak için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. 1.
Dünya Savaşında komitelerin faaliyete geçmesinden şüphelenen Osmanlı Hükümeti
savaş öncesinde Taşnak yöneticileri ile Erzurum'da bir toplantı yaparak savaş
halinde Ermenilerin sadık vatandaşlar olarak Osmanlı saflarında görev
almalarını istemişler, Ermeniler de bunu kabul etmişlerdir. Fakat Ermeniler bu
sözlerini tutmamışlardır.
Rusların Doğu Anadolu'ya saldırması ile askerden kaçan Ermeniler
gönüllü birlikler olarak Rus saflarına katılmışlar, Osmanlı ordusundaki Ermeni
askerler de silahlarıyla beraber Rus saflarına geçmişlerdir. Yıllardır misyoner
okul ve kiliselerinde saklanmış olan silahlar ortaya çıkarılmış, Türk
erkeklerinin birçok cephede savaşan orduya katılmalarını fırsat bilip
savunmasız Türk köylerine ve kasabalarına saldırıp katliama girişmişlerdir.
Doğu cephesinde Ruslarla savaşan orduyu arkadan vurmuşlar, birliklerin
harekatını engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, yaralı konvoylarını pusuya
düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişlerdir. Ayrıca şehirlerde isyan
çıkartarak Rusların buraları kolayca elde etmelerini sağlamışlardır. Rusya'nın
Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi üzerine Taşnak Komitesi örgütüne şu
talimatı vermiştir: "Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri
çekilmeye başladığında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu
suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemeleri halinde
ise Ermeni askerler silahları ile birlikte kıtalarını terkedecek ve çeteler
teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir."
Ermeniler bu ayaklanma ve faaliyetlerin tehcir kararına karşı
gösterilen bir tepki olduğunu söylemektedirler fakat bu olaylar olurken daha
"Tehcir Kanunu" çıkmamıştı, tehcir kararı bu faaliyetlerin tehlikeli
bir boyuta ulşması sonucu verilmiştir.
Osmanlı hükümeti öncelikle Ermeni Patriği, Ermeni mebusları ve ileri
gelenlerini çağırarak Ermenilerin müslümanları katletmeye devam edilmesi
halinde gerekli önlemleri alacağını belirtmiş fakat bu girişim sonuç vermeyince
24 Nisan 1915'te Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi
devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan dolayı tutuklamıştır. İşte bu gün
Ermenilerin katliam yıldönümü diye andıkları gündür.
27 Mayıs 1915 tarihli Ermenilerin Tehciri Hakkında Kanunu Muvakkat ile
bir devletin en doğal hakkı ve ödevi olarak kendi iç ve dış güvenliğini
sağlamak amacıyla savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki,
yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye'nin kuzeyine tehcir etmiştir.
Bugün Ermeniler Osmanlı Devleti'nin savaş koşullarında ve kendini
koruması için doğal bir hakkı olarak aldığı bu karar nedeniyle Ermenilere soykırım
yapıldığını ileri sürmektedir. Halbuki Osmanlı Devleti tehcir kararını savaş
şartlarının getirdiği bir zorunluluk olarak almış ve bu kişilerin güvenliğinin
sağlanması içinde gerekli ihtimamı sarfetmiştir. Tehcirin güvenli bir şekilde
gerçekleştirilmesi için verilen ,Başbakanlık Arşivi ve İngiliz Dışişleri
Arşivinde de yer alan Meclis-i Vukela emirleri şöyledir:
"Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken
Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları
sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır; varışlarından
yeni yurtlarına tammamıyla yerleşmelerine kadar iaşeleri mülteci tahsisatlardan
karşılanmalıdır; bunlara daha önceki mali durumları ve halihazır ihtiyaçlarına
göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler yapmalı
çiftçi ve ihtiyaç sahibi zanaatkarlara tohum, alet, techizat temin
etmelidir."
"Bu emrin tamamıyle Ermeni isyancı komitelerinin genişlemesine
karşı bir önlem olması nedeniyle. Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı
katliama girişmelerine yol açacak şekilde yerine getirilmesinden
kaçınılmalıdır."
" Yeniden yerleştirilen Ermeni gruplarına refakat etmek üzere özel
görevliler temini için düzenlemeler yapılacak, bunların yiyecek ve diğer
ihtiyaçları sağlanacak, bu amaçla gerekecek harcamalar göçmenlere ayrılan
hükümet tahsisatından karşılanacaktır."
"Göçmenlerin yolculukları sırasında varış yerlerine kadar gerekli
iaşeleri sağlanmalıdır... Yoksul göçmenlere yerleşebilmeleri için kredi
verilmelidir. Yolculuk halindeki kişiler için kurulan kamplar muntazaman
denetlenmelidir; bu kişilerin refahı için gerekli önlemler alınmalı, ayrıca
asayiş ve güvenlikleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yeterli yiyecek
verilmeli ve sağlık durumları hergün doktor tarafından denetlenmelidir...Hasta,
kadın ve çocuklar trenle diğerleri ise dayanıklılıklarına göre katırla, araba
içinde veya yaya olarak gönderilmelidirler. Her konvoyda bir müfreze muhafız
refakat etmeli, her konvoyun yiyecek malzemeleri varış yerine kadar
korunmalıdır... Kamplarda veya yolculuk sırasında göçmenlere karşı bir saldırı
vuku bulursa, bu saldırılar derhal püskürtülmelidir."
Yer değiştirme sırasında Ermenilerin bir kısmının hayatını kaybettiği
mutlaktır,ancak bunun bir katliam olmadığı hele hele soykırım diye
addedilemeyeceği aşikardır. Zira yerlerinden ayrılmak istemeyen Ermeniler isyan
etmiş, askerle çatışmaya girmiş savaşm nedeniyle kıtlık , hastalık, iklim
şartları, çapulcuların saldırıları, zaman zaman müslüman halkla girişilen
çatışmalar ve bazı görevlilerin suistimali kaybın fazla olmasına yol
açmıştır.Tehcir sırasında suistimalı görülen memurlar ve kafilelere saldıran
eşkiyalar yargılanmış ve idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmıştır.Elverişsiz
koşulların ise 90 bin kişilik bir Osmanlı Kolordusunu yok ettiğini göz önüne
alırsak, devlet politikası olarak bir milletin toptan yok edilmesi diye bir
olaydan bahsetmek haksızlık olacaktır. Zaten Osmanlı Devleti tehciri savaşın
getirdiği bir zorunluluk olarak uygulamış ve o günün güç koşullarında göç
kafilelerinin güvenliği için gerekli
önlemleri almıştır.Ayrıca İstanbul, İzmir gibi savaştan uzak bölgelerde
Ermeniler tehcire tabii tutulmamıştır,
belgelerden de anlaşılacağı üzere Ermenilerden asker aileleri, hastalar,
protestan ve katolikler tehcir kapsamının dışında bırakılmıştır. Bunlara
ilaveten; asker, subay ve sıhhıye sınıflarında bulunanlar, Osmanlı Bankası,
Duyun-ı Umumiye ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de sevkiyat dışı
tutulmuşlardır. Maraş, Trabzon, Diyarbakır, Elaziz, vilayetleri ve Canik
sancağındaki tüccar ve esnaf, demiryolu bulunan yerlerdeki şimendiferlerde
çalışan işçi ve memurlar da tehcir kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca, kimsesiz çocuklar gerek Türklrin gerekse
diğer devletlerin ve milletlerin misyonerlerinin sahip olduğu yetimhanelere bırakılmış, erkeği
olmayan kadınlar ve çocukları da
müslüman köylerinde barındırılmıştır. Eğer tehcirin bir soykırım
olduğundan söz edecek olsaydık sanırım
bu kadar istisnasının olmaması gerekecekti. Zaten Osmanlı Devleti Hristiyan
dünyanın ve özellikle müttefiki Almanya'nın tepkisini çekmemek için tehcir
konusunda özellikle özenli davranmaya çalışmıştır.
Ayrıca Ermeniler tehcir sırasında Talat Paşa'nın katliam emreden gizli
bir telgrafının olduğunu ileri sürmüşler fakat bunun sahte olduğu bilim
çevrelerince ispatlanmıştır.Ayrıca 1.Dünya Savaşı'ndan sonra müttefikler
Ermenilerin soykırım iddiaları üzerine soykırım delilleri aramaya koyulmuşlar,
savaştan yenik olarak ayrılan Osmanlı Devleti'nin
tüm arşivleri kendilerine açık olduğu halde iddialarını güçlendirecek
deliller bulamamışlardır.
Bir diğer ihtilaflı konu ise meydana gelen insan kaybı sayısındadır.
Türk kaynakları ölü sayısının 200-300 bin dolaylarında olduğunu belirtmektedir.
Bu konuda Britanica 1918 baskısında 600000 Ermeninin öldüğünü kaydetmekte, 1968
baskısında ise bu sayının 1.5 milyon olduğunu belirtmektedir. Çeşitli Ermeni
kaynakları da 500-600 bin dediği ölü sayısını daha sonra 1 ve 1.5 milyon olarak
iddia etmiştir. Ama o dönemde 1 milyon 300 bin dolaylarında bir Ermani
nüfusunun varlığından söz edilmektedir ki bunlardan savaş öncesi ve sonrasında
göç edenler, tehcire tabii tutulmayanlar ve tehcirle yerlerine ulaşanların
sayısı çıkarıldığında 300 bin dolaylarında bir insan kaybının olduğu görülüyor ki
bunlar arasında çete harekatlarında ve Rus saflarında ölenler de dahildir.
Esasında bir kişi ya da 300 bin kişi ölmüş meselesi önemli değildir nihayetinde
insan ölmüştür fakat bunun sorumluluğunun Türklere değil; Ermenilere,
İngilizlere, Fransızlara ve de Ruslara ait olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Ayrıca bu rakamların çok çok üstündeki bir Türk kaybını da unutmamak gerekir.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti Batum Anlaşması ile 28 Mayıs 1918'de
kurulan Ermeni Cumhuriyeti'ni tanımıştır.
Bu sözlere rağmen Osmanlıların Mondoros'u imzalamasından sonra
Ermeniler yeniden faaliyete geçmiş 28 Mayıs 1919'da Türkiye Ermenistanını ilhak
ettiğini açıklamış fakat bu olay ciddiye dahi alınmamıştır.
ABD'nin incelemeler yapmak için 1919'da Doğu Anadolu'ya yolladığı G.
Harbord ve heyetinin hazırladığı raporda "Türkler ile Ermenilerin
yüzyıllardır barış içinde yan yana
yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı
çektikleri, Türk köylerinin yakıldığı, savaşa giden Türk köylülerinden en çok
%20'sinin geri dönebildiği, 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcında Ermenilerin
Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları,
Tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim merkezinde
dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri dönen Ermenilerin tehlike içinde
bulunmadıkları ve olaylara ilşkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru
olmadığının tesbit edildiği" belirtilmiş ve rapor ABD kongresine
sunulmuştur.
Harbord'un raporuna rağmen Sevr
Anlaşması'nda Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'da Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir ülke
olarak tanıması hükme bağlanıyordu. Fakat işgalci güçlere karşı yapılan Türk
milli mücadelesi bu anlaşmayı tanımadı; Ermenilerle Gümrü, sovyetler ile
Moskova ve sovyet Ermenileri ile Kars anlaşmaları yaparak Sevr Geçersiz
kılındı. Lozan Anlaşması'nda ise Ermeni
azınlığın hakları tesbit edilerek Türkiye için Ermeni sorunu sona erdi.
Fakat Ermenilerin çabaları sona ermedi ve Türkleri soykırım sorumlusu olarak
gösterme girişimleri bu zamana kadar artarak devam etti. Bu girişimler Asala
gibi terör girişimleriyle olduğu gibi yanlış belgeler düzenleyip bilim
dünyasındaki terör şeklinde de gerçekleşti; fakat en önemli propaganda aracı
olarak Ermeniler internet teknolojisini kullanmakta, hazırladıkları web
sayfalarında Türk milletine, Türk milli mücadelesine ve M.Kemal Atatürk'e ağır
hakaretlerde ve haksız ithaflarda bulunmakta ve iletişim teknolojisini
kullanarak dünya kamuoyunu yanlış bilinçlendirmektedirler. Biz bu propagandaya
karşı koymak için yakın zamanda haklılığımızı ortaya koyan geniş kapsamlı İngilizce bir web sitesi
oluşturacağız ve İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve diğer yabancı dillere
vakıf arkadaşlarımızın da bu çağrıya kulak verip bildikleri dillerde Ermeni
iddiaları konusunda haklılığımızı ortaya koyan web sayfaları hazırlamalarını
istiyoruz.
ERMENİ
SORUNUİDDİALAR - GERÇEKLER
24 NİSAN 1915
Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine "Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını" bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.
Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti'nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı'na şu telgrafı göndermiştir:
"Sayın Başkan, Türk Ermenistanı'ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum."
Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir "katliam" gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.
Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen "yer değiştirme" uygulamasıyla bile ilgili değildir.
0 yorum:
Yorum Gönder